Ocak 05, 2011

frida & diego ve annemin bıyıkları...

yapıtları kadar -bence daha çok- yaşam öyküleri, özgün karakterleri ve birliktelikleri ile ilgi uyandıran 20. yüzyıl sanatının meksika ve dünyadaki en çarpıcı figürlerinden frida kahlo ve diego rivera, pera müzesinde türkiyeye ilk kez konuk oldu..meksikalı koleksiyoner çift jacquest ve natasha gelman'ın koleksiyonunda yer alan eserler açıkçası beni pek tatmin etmedi.

 hayatı boyunca topu topu 140 resim ve bir o kadar da çizim ve deseni bulunan, genç yaşta ölmüş olsa da bir sanatçı için kısır sayılabilecek sayıda eser demek bu..çektiklerini ve içinde bulunduğu durumu da göz önüne alıyorum elbette..

 resimlerini duvarda, çerçeve içinde, canlı olarak görmedikçe fotoğraflardan, internet sayfalarından, filmlerden bir ressamı ya da resmi yargılamak hatadır. ben de gördüğüm kadarıyla sanatını pek takdir ettiğimi söyleyemeyeceğim fridanın tablolarını canlı olarak da görünce verdiğim karar yine "imaj her şeydir" oldu.

 bir sergiye bu kadar orta ve orta yaş üstü kadının akın akın geldiğine de ilk kez şahit oluyorum...kendi yaşanmamışlıklarını yaşamış, gerçekleştiremedikleri aşkı tatmış (hem de en çılgıncasına), dilediğince yaşamış, dilediği ile yatmış, hiç kimseden korkmamış, topluluklarda en söylenmeyecek sözü söyleyerek ortamı germiş, olağanüstü bir kadın figürü olarak gördükleri kadını görmeye geliyorlardı..

 dediğim gibi resimlerinden hiç mi hiç haz almadım. fırça darbelerini ve boya katmanlarını göremediğim resimleri pek sevmem zaten..incelte incelte suluboya kıvamına getirdiği resimler bana ilk dönemlerde yapılmış öğrenci resimlerini anımsattı.. tabii koleksiyonda olan ve sergilenen 40 kadar resim için konuşuyorum..

 ve hep o kaşlı bıyıklı halini görünce küçükken annemin iki eline doladığı bir iple tırrt tırrrt diye bıyıklarını yolduğu hali gözümün önüne geldi. gülümseyerek gezdim o nedenle sergiyi..

 son olarak kadınlığına, aşkına laf söyleyemeyeceğimiz fridanın kendisine çektirdiklerine ve kızkardeşiyle yatmış olmasına rağmen diogoya yazmış olduğu mektup..bu kadına tapılmaz da kime tapılır...(gerçekten tapanlar var ve kahloizm bir sanat akımı değil, fridayı tek gerçek ve tanrı olarak gören bir akımdır..)

 işte mektup;

frida'dan rıvera'ya yazılmıs...

"gecelerim carpan kocaman bir yurek gibi.gecelerim aysız; pencereden süzülen gri ışığa gözünü kirpmadan bakiyor.gecelerim agliyor.yastigim nemli ve soguk.gecelerim beni yokluga itiyor.seni ariyorum,yanimdakini dev bedenini,solugunu kokunu ariyorum.neredesin? bedenim su sakat kulce,senin sicakliginda bir an kendini unutmak istiyor.gecelerim pacavraya donmus yurek.gecelerim beni askla tutusturuyor.ama senin eksikligini cektigini biliyor ve bu gercek karanlikta bir bicak gibi


parliyor.gecelerim sana ucabilmek,seni uykunda sarmalayip bana getirebilmek icin kanatlari olsun istiyor.ama gecelerim her turlu yasak oldugunu ve duzensizlik yarattigini biliyor.gecelerim senin ve benim hazza eristigimizi gormek icin rontgencilik yapmak istiyor,ama bedenim birkac sokagin ya da adi bir cografyanin bizi ayirdigini anlamiyor..."

Mayıs 08, 2010

Ben Daha Önce Düşünmüştüm!

Yıllardır hayalini kurduğum, önüme gelene anlattığım, bu kafada olan bütün arkadaşlarıma "gelin açalım böyle, yaşayan bir yer" dediğim mekanı altı arkadaş bir araya gelmiş açmışlar.
Çok kıskandım çook. Öyle kolay kolay kimseleri ve yaptıkları işleri kıskanma huyum olmadığı halde. En kısa zamanda ziyaret edip, izlenimlerimi de yazacağım.
İşte Hürriyet Cumartesi İlavesindeki  "Kumbara" ile ilgili yazıdan bir kesit.
"Kumbara’ya bir hayaller kulübü denebilir. Altı kafadar bir araya gelmiş, metruk durumdaki bir yeri harika bir alana dönüştürmüş. İç mimar, senarist, aşçı, yemek işletmecisi, DJ ve müzisyen olmak üzere altı arkadaş yaratmış Kumbara’yı. Hepsi kendi alanında uzman ve iddialı.
İlk önce yemek organizasyonlarından başlayalım. Haute Couture mutfak olarak tanımlıyorlar mutfaklarını. Biraz daha açarsak, 8-12 kişilik gruplar, burada yemek organizasyonu yapıyor. Bir sürü set mönü oluşturulmuş. Yemeğe gelecek kişilerle birlikte seçiliyor mönü. İtalyan ve Fransız mutfağı ağırlıklı çalışıyorlar.
Bir müzik topluluğunuz varsa, burada bilet karşılığı performans sergileyebiliyorsunuz. Aynı şey tiyatro ve sergiler için de geçerli. Özellikle fotoğraf ve resim sergileri için kapıları sonuna kadar açık.
Blue ray teknolojisi ile sinema günleri de yapıyorlar. Gerekirse mekan hemen bir sinema formatına giriyor. "
Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Mayıs 06, 2010

Eski Blog Yazılarım-1

Tek meyhanesidir gerçekten HATAY. Kimse darılmasın gücenmesin. Cuma akşamıdır, tırıs eve gidilmez bir rakılayalım dedik. Avrupa yakasında kalmayalım Asya'ya geçelim dedik. Kuzen Müz'e de haber verdik. Erkencene oturduk sevgili Cemal Süreya'nın mekanına. Yeni Rakımız klasik olsun, yeşil meşil istemez dedik. Yeşillik isteriz ama. Zeytinyağlı az sarımsaklı deniz börülcesi, lakerda, olmazsa olmaz Hatay'da Humus.Hepsi enfes. Kiremitte tereyağlı yaprak ciğer ağızda dağılıyor ki yazarken şu anda ağzım yine sulanıyor. Arada taze çıkmış çiğköfte dağıtılıyor ki son yıllarda böyle güzelini yememiştim. En son Beyoğlu Ocakbaşında yediğim çok beterdi. Ama beter olan sadece oydu. Ana yemeğin seçimini Ali Bey'e bıraktık o da masamıza harikulade bir levrek buğulama bıraktı ki üçümüz çalakaşık dalmışız görülmeye değer. Haydi şerefe. Tek meyhanesidir Kadıköy'ümün Hatay. Hesap da iyidir. İdare eder diyelim. Hadi telefonunu da verelim. Bir iyiliğimiz dokunsun 0216.3613357. Giderseniz selam söyleyin benden Cemal Süreya'ya, Salah Birsel'e, Ece Ayhan'a, Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya, Salah Birsel'e.
16:13 - OCAK 8, 2007

Nisan 27, 2010

Sarıkanat Boykotuna Destek

Türk mutfağının, özellikle İstanbul ve "Boğaz" mutfağının dünya ölçeğinde önemli lezzetlerinden
lüfer ızgaraya veda etmek üzereyiz. Bunun sorumlusu yalnızca sınır tanımadan sarıkanat ve /veya
çinekop avlayan balıkçılar değil; Doymak bilmeyen iştahımız ve sınırsız tüketim taleplerimizle, en az
balıkçılar ve balık restoranları kadar biz de sorumluyuz. Çünkü zavallı yavrulara lüfer olma şansını
tanımıyoruz. Sorunun çözümü madem ki avlanma yasaklarıyla sağlanamıyor, çözüme ortak olmak için ciddi bir sarıkanat-çinekop boykotu yapalım ve bu boykotu en az bir kaç yıl sürdürelim. Sürdürelim ki,
onlar lüfer olabilsin ve yeni lüferleri için yumurta üretebilsinler.
Ben söz veriyorum ki; 2012 yılının Ekim ayına kadar sarıkanat ve çinekop yemeyeceğim. Bu gün sordum kilosu 40 TL (20 Euro) lüfer bu tarihte 5 Euro olmamışsa bu boykotumu daha da sürdürebilirim.

Mart 25, 2010

Güle Güle..

Güle güle centilmen Başkan...Unutulmayacaksın..

Mart 22, 2010

Cadde-i Botox


Öğlenden sonrasını iki saatlik zorunluluk nedeni ile *Silicon Planet* de geçirmek durumunda kaldım. Çoktandır düşmediğim Cadde-i Botox'da (Namı-i diğer Abdi İpekçi) şöyle bir turaladıktan sonra, sosyolojik bir araştırmada bulunmak, sizlere haberler iletmek için Cafe Nero'da kaldırım kenarındaki berjer koltuğa yerleştim. Kaldırım kenarı dediysem dükkanın sınırları içinde olduğundan sigara içilmiyor, sigara içilmediğinden boş. Dumansız hava sahasının bu tür iyilikleri de var. Bütün sosyete arka bahçede, açıkta, bitki çayları ile (sağlık için) sigarillosları tüttürüyor. (Bu sağlıksız)

Mart 14, 2010

Arden Butik-Moda

Kadıköy çarşısına inip de yeni bir şey keşfetmediğim hiç olmadı 40 yıldır. Her seferinde insanlara burası yeni mi açıldı diyorum ve yoo.. 11 senedir buradayız filan gibi cevaplar alıyor ve utanıyorum.
Arden Butik'in sahibi Arden Kürkçüoğluna bu sefer sormadım. Kim bilir kaç yıldır Moda Caddesindeki yerinde. Ama şunu söyleyebilirim, Avrupa'nın indie (bağımsız) tasarımcıları Line of Oslo, Moods Of Norvey, Just Female ve Mariona Gen'in tasarımı giysiler ve ünlü tasarımcıların H§M için tasarladıkları, inanılmaz fiyatlarla (30-50 TL) satılıyor. 
Çoğunluk kadınlarda ama erkekler için de T-Shirt'ler, Sweet Shirt'ler, montlar da var. Marka Shirt'ler 20 TL.
Hadi adresini ve telefonunu da vereyim ama çok dağıtmayın.. Moda Cad. 81/B Tel:0 216 346 6783
Not:Fotoğraftaki giysiler sizin olsun..

Kırıntı-Moda


Sen her ne kadar önce Caddeye, sonra Nişantaşı'na giderek sosyeteye karışmış olsan da ben 30 senedir senin doğduğun o mekana, o bodrum katına hastayım. Yıllar vardır seni ve Moda'yı ihmal etmişim bunu dün anladım. Yıllar vardır sosis yememişim bunu da dün anladım. O iki kocaman sosisi, elma dilim patatesleri, susurluk ayranı! (birayı susurluk ayranı adı altında satıyorlar, kutu kola bardağında maalesef) ile bir nefeste yutmuşum.
Hızlı servis, temiz ve güvenilir menü, hesaplı fiyat ile bir kere daha gözüme girdin..
Teşekkürler..

Mart 13, 2010

Picasso Pera'da


Pera Müzesi'nde Picasso – Suite Vollard Gravürler sergisini gezdim.
Suite Vollard, Picasso’nun yakın dostu ve döneminin en ünlü sanat tüccarı olan Ambroise Vollard’ın siparişi üzerine Picasso tarafından üretilen 100 gravürden oluşuyor.
Picasso’nun çok önemli bir dönemi olarak bilinen 1930’lara tarihlenen, tema ve teknik açıdan ilginç bir çeşitliliği yansıtan gravürlerde genel olarak, aşk, çıplaklık, erotizm, tutku, kaos, portre, mitolojik temalar ve yaşamöyküsel göndermeler görülüyor.
Eğer gezerseniz 4.Katta gösterilen Picasso filmini mutlaka izleyin. Picasso'yu resimlerini, çizimlerini yaparken izlemek, eserlerinin yaratım süreçlerini, beğenmeyerek katmanlar halinde bir resmi kaç hale soktuğunu hayranlık ve hayretle göreceksiniz.
Picasso'nun resimlerini her yerde görebilirsiniz ama bunları nasıl yaptığını her zaman göremezsiniz.

Mart 11, 2010

Alice in Wonderland

Sonunda gittim. Capitol sinemalarında. Baştan belirtmeliyim ki harika gözlükleri ve sinema salonları ile Capitol sinemaları çok kaliteli. Avatar'ı İzmir Balçova Kipa'da seyretmiştim. 3D açısından Alice, Avatar'dan çok çok daha iyiydi. Balçova Kipa Real 3D olduğu halde. Filme gelirsek. Filmin başında Alice denen kızı her çocuk klasiğinde olan gıcık ve kötü kız zannettim. O ne gıcık, sinir ve çirkin bir kızdı öyle. En beğendiğim karakter The Queen of Hearts rolündeki Helena Bonham Carter idi. Tam Tim Burton'luk karakterdi. Johnny Depp türkçe konuşunca bir tuhaf oluyor. Dublaj onun dışında bana batmadı.
Tim Burton'un yarattığı dünya harika. Her detay müthiş işlenmiş. Elbiselerde, kumaşlarda, makyajda, mimiklerde, mekanlarda, yerlerdeki karo taşlarda bunun izlerini görmek mümkün. Kahvaltı-çay masası sahnesi mükemmeldi.
Tabii kedi; o ne müthiş sırıtış öyle. Harikaydı.
Filmin son sahnesinde Alice'in herkese tek tek ayar vermesi ve "sizinle iş konuşalım bay ceykıp" diye Çin'e açılma fikri filan kötüydü.
Genel olarak ben seyirlik bir film olarak beğendim.
Notum 6,5/10