Adımı yitirdim ben; hem de kaç kez. Ve buldum bir yerlerde yeniden. Öylesine, birden bire gidiveriyordu adım ve adsız kalıyordum. Bu isminden soyunmak, bir isimsiz olarak yoluna devam etmek değildir. İsimler munistir, alışılandır, yadırganmazlar, ahbaptırlar, dostturlar. İnsandan kolay kolay kaçmazlar, sokulgandırlar. Hümanist bir yapıyla programlandırılmışlardır. Ancak bazen biraz vahşi, biraz yabandırlar. Arada ıssız bir tenhaya sığınmak, insandan kaçmak, bir süre kimseyle dialoğa girmemek isteyebilirler. İçe dönüktürler. Platoniktirler hatta.
Evet, adımı yitirdim ben diyordum. Hem de kaç kez. Önceleri zor geliyordu adsız kalmak. Soruyordum kendime adsız ne kadar yaşayabilirim ve bir daha hiç bulamazsam adımı ne yaparım. Daha doğrusu ne derler bana. Nasıl çağırırlar beni.
Aslında bundan daha kötüsü insanın yüzünü kaybetmesidir. Ben hiç kaybetmedim yüzümü. Ama kaybedenlerin hikayelerini duydum. Biri; şimdi adını hatırlamıyorum 12 Eylül sonrası bıraktığı sakalını yıllar sonra kesince yüzünün berber aynasında yitip gittiğini söylemişti. Kendisinde kalan bu yabancı yüzü beğenmediğini, bir türlü benimseyemediğini, bazı sabahlar aynada yüzünü görünce "bu da kim yahu" dediğini anlatmıştı. Neyse konumuz yitirilen yüzler değil, yitirilen adlar.
Yitik adım bazen öyle oraya buraya savrulur ki, onu nerelerde bulup toparlayacağımı tahmin dahi edemem. Bazen bir çılgın denizin devirdiği dalgalarda, bazen bir vişne bahçesinde, gümüş bir şafağın içinde bazen, bir minik bebeğin sımsıkı kapalı avucunun içinde, toprağa sımsıkı sarılmış tohumun kalbinde bazen, çıkıverir ortaya, geri döner birden ve birdaha gidene kadar tekrar, yeniden bir ismim olur.
Böyle alıp başlarını gittiklerinde yüzeysel bakış; isimsiz kalındığı olur. İnsan kendini adeta larvasını besleyip büyütmüş, onu bir kelebek haline getirmiş, şimdi uçup gidince geriye kendisi, yani onu besleyip büyüten bir kabuk gibi kaldığını hisseder. Aslında bu çoğunlukla bir gece sürer. Taptaze bir güneşle tekrar ismine kavuşur insan genellikle. İsimsiz tehlikeli uykulardan sonra.
İşte günlerden geçen gün kaybettim yine ismimi. Sabah kalktım ismim yok. Bu nasıl iştir. İsimsiz kaldım yine. Çıktım balkona, serinliği sabahın vursun yüzüme ve ayılayım isimsiz bir sabaha diye. Bir bağ bahçe kokusu var havada alınca derin bir nefes. Domates var, patlıcan var, ayşekadın, biber var, şeftali var, kavun, karpuz var diye bağırıyor Meksikalı. O da ismin kaybetmiş mi bilemem ama Meksikalı diyor herkes ona. Atının arkasına bağladığı arabasında satıyor bağırdıklarını ve daha birçok bağırmadıklarını da. Onlar ismen bağırılmasalarda bekliyorlar kasalarında onlara da bir müşteri çıkar elbet diye sessiz, vakur öylece dururlar bir kıyısında atarabasının.
Bilir misiniz? Paslı bir dil ile uyanırsınız gece sizi terk etmişse isminiz. Kum yalamış gibi kötüdür, küflü gibidir diliniz. Birşeyler yemek, kumu, pası atmak istersiniz ama, kolay değildir o kadar. Öyle dolabı açıp birşeyler atıştırmakla geçmez o kum yalamış dil. Ağaçta pişmiş, dalında sevgi ile büyümüş, aşk ve şiirle döllenmiş bir meyvedir ilacı bunun. Bir bilgi işidir bu biraz, tecrübedir tabii biraz da. Benim de o sabah ilacım olacak gibi geldi gülgillerden olgun bir armut ve terliklerimi geçirdiğim gibi ayağıma koşturdum arkasından Meksikalının. Seslendim hey baksana diye. Duydu;, baktı gerisin geriye bana doğru ve döndü atına hoop oğlum diye asılırken dizginlerine atının. Durdular hep birlikte, at önce, araba sonra ve dalında sebze meyveler en sonunda. Armut alacağım dedim. At huysuzdu. Sanki bir an önce gitmek istiyordu, başına birşey gelecekmiş gibi. Başı dönüyordu sanki, hızla daireler çizerken kuyruğuyla. Anlam veremedi besbelli Meksikalı da atın bu huysuzluğuna ve dur oğlum Ali deyiverdi birden kızarak. Ben yorgun, dilim pas, alnım uykulu, asfalt sıcak daha şimdiden, sabahın bu saatinde ve daha da çok var imbata, elimde armut poşeti, atın adı Ali mi diye sordum, öylesine, sessizce, solgunca. Evet dedi Meksikalı adı Ali.
Bu kez de bir atın terkisinde bulmuştum adımı. Aldım geldim armut ile beraber. Armut dolapta şimdi.
Bense adımla besleniyorum sabahtan beri.
Evet.. ne amaçla yazılmış bu yazı çözemedim.. bir şiirin bir kaç dizesi aklıma geldi birden.. şarapla adını yitiren üzümün diye bişileri vardı.. düşgücü oldukça yüksek şairin düşgücü oldukça yüksek şiiri.. anlamsız .. kim hatırlamıyorum bile. üzüm, suyu çıkıp belli bir işlemden geçince adını yitiriyor.. artık o üzüm değil.. bilmem ne bölgesinin bilmem ne şarabı.. öküzgözü.. çankaya.. kavaklıdere.. vs..vs..
YanıtlaSilSen hangi işlemden geçip de adını yitirip, yeniden bir yerlerde buluyorsun..?
ne oluyorda, Ali gidiyor.. sonra bir yerde buluyorsun..?
kaybetmek mi, yoksa hiç ummadığın bir zamanda, ummadığın bir yerde adın ile karşılaşmak mı? ama son satırlar etkileyici idi.. hangi at arabacısı, atının adını Ali koymayı akıl eder derken, meksikalı çıktı karşımıza.. Adınla beslenmek.. bu da vurgulayıcı olmuş.. ilginç bir yazı üstadım..:)