Ağustos 31, 2009
501'im
Sevgili 501'im. Bu seninle birlikte geçirdiğimiz 20. yaz. Ne sen benden vazgeçtin ne de ben senden. Seni 20 yıl önce yani 1989 yazında İzmir'e giderken kıçıma geçirdiğim anda bu beraberliğimizin uzun yıllar süreceğini biliyordum. Seni yıllarca üzerime ilk günkü rahatlıkla geçirebildiğim için hep mutlu oldum. Kısa dönemlerde senin içine girmekte zorlansam da bu gün bu halinle de birlikte mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz. Birlikte daha nice mutlu yıllara.
Ağustos 29, 2009
Akıl uçuran fotoğraflar
24 yaşındaki İsveçli sanatçı Erik Johansson hem hayal gücünün, hem teknolojinin sınırlarını zorlayan fotoğraflarıyla dikkat çekiyor. Fotoğrafla bilgisayarın olanaklarını buluşturan genç sanatçı daha şimdiden Pop art'ın kurucusu Andy Warhol'un tahtına aday gösteriliyor. İsveç'in Gothenburg kentinde yaşayan Johansson çevresinde olup biten herşeyden esinlendiğini söylüyor. Johansson "Aslında çalışmalarımdaki bütün ilhamı hayatımda olanlardan alıyorum" diyor ve tüm fotoğraflarında konu mankeni , kendisi...İşte Johansson'un çalışmalarından örnekler.
Ağustos 24, 2009
Ağustos 12, 2009
elBulli
Michelin; dünya üzerinde bulunan restoranları kalite, menü,hizmet, mutfak kültürü ve servis başta olmak üzere birçok noktada inceleyen ve buna göre bir değerlendirme uygulayan, yıldızlı derecelendirme sistemidir.Gastronomi dünyasında Michelin yıldızına sahip olmak, edebiyatta Nobel, sinemada Oscar’a sahip olabilmekle eşdeğerdir. Lastik üreticisi Michelin tarafından Fransız sürücülere rehberlik yapmak niyetiyle hazırlanan bu Michelin yıldızı rehberi, 1926 yılından itibaren aşçı ve tesislerini yıldızlandırmaya başlamıştır. Rehberde yer alan derecelendirme sistemine göre, 1 Michelin yıldızı, “kategorisinde çok iyi bir restoran”; 2 Michelin yıldızı, “tekrar ziyaret etmeye değer mükemmel bir mutfak”; 3 Michelin yıldızı ise “özel bir seyahate değecek kadar olağanüstü bir mutfak” anlamına gelmektedir.Michelin yıldızına sahip restoranların sayısı 1593 civarındadır. Bunlardan 50'si üç yıldıza sahiptir. En fazla Michelin yıldızlı restoran Fransa'da dır. Toplam 620 Michelin yıldızına sahip Fransa'yı 255 yıldızla İtalya takip etmektedir. Türkiye' de bu yıldızın birine bile sahip olan restaurant, lokanta, cafe vs..vs.. hiç bir yer YOK.. Bu yıldızı kaybetmekse, bir şefin uğrayacağı en büyük yıkım.. İntihar edenler varmış...
Şimdi bu michelin yıldızının 3 üne birden sahip olan, yılda 2 milyon kişinin rezervasyon talebini ancak, 5-6 bin kişi olarak gerçekleştiren İspanya' daki Katalan bölgesindeki elBulli Restaurantını anlatayım.. Japonya'dan bile rezervasyon talebi olan bu restaurantı bir Alman açmış.. buldok cinsi köpeğinin adından esinlendiği restaurantın logosu da bir buldok kafası. Restaurantta Ferran Adria isimli şef varmış... bu şef, 16 haziran-20 aralık tarihleri arasında hizmet veren restaurantı, 21 aralık 15 haziran döneminde kapalı tutuyor, bu 6 aylık zamanda, o yıl neler pişireceğini belirleyen mönüsünü hazırlıyormuş.. breh breh...
Ben internette sizler için gezdim dolaştım.. yaptığı yemeklerin fotoğraflarını çektim...:)) bezelye ile brokoliyi yanyana getirmiş, üstüne bi sos dökmüş... onu yiyen gazdan ne yapar bilemem.. haaa bu arada , yaptığı yemeklerin içinde neler olduğunu bilirseniz, ödüllendiriliyorsunuz..
Bizim hünkar beğendiyi, domatesli pilavı, patlıcan kebabı beğenmeyip, gidip oralarda yemek yiyenlerin, neler yediklerini görün diye sizin için seçtiklerim....
Kartal Yuvası
The Times'ın yaptığı Dünya'nın en iyi 10 stadı sıralamasında, Beşiktaş İnönü Stadyumu, dördüncü sırada kendisine yer buldu.
Özellikle Avrupa Kupaları maçlarında, Beşiktaş taraftarının ateşli tezahuratlarıyla rakipleri şaşkına çeviren Beşiktaş'ın mabedi İnönü Stadyumu, dünyanın en iyi dördüncü stadı seçildi. THE TIMES'ın yaptığı sıralamada, ilk 3 sırada Westfalenstadion, San Siro ve Anfield yer aldı. Beşiktaş'ın maçlarını oynadığı İnönü Stadyumu'nun dördüncü sırada kendisine yer bulmasında, taraftarların ateşli olmasının yanı sıra, stadın bulunduğu yerin inanılmaz bir manzaraya sahip olmasından da bahsedildi.
Ağustos 11, 2009
Facebook FriendFeed'i Satın Aldı
Facebook Friendfeed'i satın aldığını açıkladı. FriendFeed'in tüm çalışanları Facebook bünyesinde çalışmaya devam ederken, dört ortağı da yönetim kademesinde görevlerine devam edecekler. Satın almanın mali boyutları ise açıklanmadı. Bizi de alakadar etmiyor doğrusu. Ancak yukarıdaki fotoğraflar satınalma anlaşmasının imzalanmasını gösteriyor. Milyonlarca dolarlık anlaşmaya imza atanların yaşlarına, kılık kıyafetlerine, rahatlıklarına, sıradan görünümlerine ve imzanın atıldığı mekana dikkatinizi çekerim. Artık bazı anlaşmalar çok ciddi adamlar tarafından yapılmayabiliyor. Biz de birgün bu tür anlaşmalara imza atan gençlerimizi görürüz umarım.
Ağustos 10, 2009
Mutluluk için 5 formül... :)
Kadın-erkek mutluluğu.... İlk bölümünü biliyordum ama ikinci bölümü bilmiyordum. ..
Erkeklere 5 öneri
1- Ev işlerinde ve zor işlerde sana yardım edecek olan, aynı zamanda da iyi bir işi olan kadın bulman önemlidir.
2- Esprili, nuktedan ve seni güldürmesini bilen bir kadın bulman önemlidir.
3- Kendisine güvenebileceğin ve sana hiç yalan söylemeyecek bir kadın bulman önemlidir.
4- Yatakta iyi olan ve seninle aşk yapmayı seven bir kadın bulman önemlidir.
5- Bu dört kadının birbirlerini tanımamaları çok çok önemlidir..
Kadınlara 5 öneri
1- Ev işlerinde ve zor işlerde sana yardım edecek olan, aynı zamanda da iyi bir işi olan erkek bulman önemlidir.
2- Esprili, nüktedan ve seni güldürmesini bilen bir erkek bulman önemlidir.
3- Kendisine güvenebileceğin ve sana hiç yalan söylemeyecek bir erkek bulman önemlidir.
4- Yatakta iyi olan ve seninle aşk yapmayı seven bir erkek bulman önemlidir.
5- Bu dört özelliği tek erkekte bulamayacağın için varmış gibi davranman çok önemlidir.
Erkeklere 5 öneri
1- Ev işlerinde ve zor işlerde sana yardım edecek olan, aynı zamanda da iyi bir işi olan kadın bulman önemlidir.
2- Esprili, nuktedan ve seni güldürmesini bilen bir kadın bulman önemlidir.
3- Kendisine güvenebileceğin ve sana hiç yalan söylemeyecek bir kadın bulman önemlidir.
4- Yatakta iyi olan ve seninle aşk yapmayı seven bir kadın bulman önemlidir.
5- Bu dört kadının birbirlerini tanımamaları çok çok önemlidir..
Kadınlara 5 öneri
1- Ev işlerinde ve zor işlerde sana yardım edecek olan, aynı zamanda da iyi bir işi olan erkek bulman önemlidir.
2- Esprili, nüktedan ve seni güldürmesini bilen bir erkek bulman önemlidir.
3- Kendisine güvenebileceğin ve sana hiç yalan söylemeyecek bir erkek bulman önemlidir.
4- Yatakta iyi olan ve seninle aşk yapmayı seven bir erkek bulman önemlidir.
5- Bu dört özelliği tek erkekte bulamayacağın için varmış gibi davranman çok önemlidir.
Ağustos 07, 2009
Ağustos 05, 2009
Adımı Kaybettim
Adımı yitirdim ben; hem de kaç kez. Ve buldum bir yerlerde yeniden. Öylesine, birden bire gidiveriyordu adım ve adsız kalıyordum. Bu isminden soyunmak, bir isimsiz olarak yoluna devam etmek değildir. İsimler munistir, alışılandır, yadırganmazlar, ahbaptırlar, dostturlar. İnsandan kolay kolay kaçmazlar, sokulgandırlar. Hümanist bir yapıyla programlandırılmışlardır. Ancak bazen biraz vahşi, biraz yabandırlar. Arada ıssız bir tenhaya sığınmak, insandan kaçmak, bir süre kimseyle dialoğa girmemek isteyebilirler. İçe dönüktürler. Platoniktirler hatta.
Evet, adımı yitirdim ben diyordum. Hem de kaç kez. Önceleri zor geliyordu adsız kalmak. Soruyordum kendime adsız ne kadar yaşayabilirim ve bir daha hiç bulamazsam adımı ne yaparım. Daha doğrusu ne derler bana. Nasıl çağırırlar beni.
Aslında bundan daha kötüsü insanın yüzünü kaybetmesidir. Ben hiç kaybetmedim yüzümü. Ama kaybedenlerin hikayelerini duydum. Biri; şimdi adını hatırlamıyorum 12 Eylül sonrası bıraktığı sakalını yıllar sonra kesince yüzünün berber aynasında yitip gittiğini söylemişti. Kendisinde kalan bu yabancı yüzü beğenmediğini, bir türlü benimseyemediğini, bazı sabahlar aynada yüzünü görünce "bu da kim yahu" dediğini anlatmıştı. Neyse konumuz yitirilen yüzler değil, yitirilen adlar.
Yitik adım bazen öyle oraya buraya savrulur ki, onu nerelerde bulup toparlayacağımı tahmin dahi edemem. Bazen bir çılgın denizin devirdiği dalgalarda, bazen bir vişne bahçesinde, gümüş bir şafağın içinde bazen, bir minik bebeğin sımsıkı kapalı avucunun içinde, toprağa sımsıkı sarılmış tohumun kalbinde bazen, çıkıverir ortaya, geri döner birden ve birdaha gidene kadar tekrar, yeniden bir ismim olur.
Böyle alıp başlarını gittiklerinde yüzeysel bakış; isimsiz kalındığı olur. İnsan kendini adeta larvasını besleyip büyütmüş, onu bir kelebek haline getirmiş, şimdi uçup gidince geriye kendisi, yani onu besleyip büyüten bir kabuk gibi kaldığını hisseder. Aslında bu çoğunlukla bir gece sürer. Taptaze bir güneşle tekrar ismine kavuşur insan genellikle. İsimsiz tehlikeli uykulardan sonra.
İşte günlerden geçen gün kaybettim yine ismimi. Sabah kalktım ismim yok. Bu nasıl iştir. İsimsiz kaldım yine. Çıktım balkona, serinliği sabahın vursun yüzüme ve ayılayım isimsiz bir sabaha diye. Bir bağ bahçe kokusu var havada alınca derin bir nefes. Domates var, patlıcan var, ayşekadın, biber var, şeftali var, kavun, karpuz var diye bağırıyor Meksikalı. O da ismin kaybetmiş mi bilemem ama Meksikalı diyor herkes ona. Atının arkasına bağladığı arabasında satıyor bağırdıklarını ve daha birçok bağırmadıklarını da. Onlar ismen bağırılmasalarda bekliyorlar kasalarında onlara da bir müşteri çıkar elbet diye sessiz, vakur öylece dururlar bir kıyısında atarabasının.
Bilir misiniz? Paslı bir dil ile uyanırsınız gece sizi terk etmişse isminiz. Kum yalamış gibi kötüdür, küflü gibidir diliniz. Birşeyler yemek, kumu, pası atmak istersiniz ama, kolay değildir o kadar. Öyle dolabı açıp birşeyler atıştırmakla geçmez o kum yalamış dil. Ağaçta pişmiş, dalında sevgi ile büyümüş, aşk ve şiirle döllenmiş bir meyvedir ilacı bunun. Bir bilgi işidir bu biraz, tecrübedir tabii biraz da. Benim de o sabah ilacım olacak gibi geldi gülgillerden olgun bir armut ve terliklerimi geçirdiğim gibi ayağıma koşturdum arkasından Meksikalının. Seslendim hey baksana diye. Duydu;, baktı gerisin geriye bana doğru ve döndü atına hoop oğlum diye asılırken dizginlerine atının. Durdular hep birlikte, at önce, araba sonra ve dalında sebze meyveler en sonunda. Armut alacağım dedim. At huysuzdu. Sanki bir an önce gitmek istiyordu, başına birşey gelecekmiş gibi. Başı dönüyordu sanki, hızla daireler çizerken kuyruğuyla. Anlam veremedi besbelli Meksikalı da atın bu huysuzluğuna ve dur oğlum Ali deyiverdi birden kızarak. Ben yorgun, dilim pas, alnım uykulu, asfalt sıcak daha şimdiden, sabahın bu saatinde ve daha da çok var imbata, elimde armut poşeti, atın adı Ali mi diye sordum, öylesine, sessizce, solgunca. Evet dedi Meksikalı adı Ali.
Bu kez de bir atın terkisinde bulmuştum adımı. Aldım geldim armut ile beraber. Armut dolapta şimdi.
Bense adımla besleniyorum sabahtan beri.
Evet, adımı yitirdim ben diyordum. Hem de kaç kez. Önceleri zor geliyordu adsız kalmak. Soruyordum kendime adsız ne kadar yaşayabilirim ve bir daha hiç bulamazsam adımı ne yaparım. Daha doğrusu ne derler bana. Nasıl çağırırlar beni.
Aslında bundan daha kötüsü insanın yüzünü kaybetmesidir. Ben hiç kaybetmedim yüzümü. Ama kaybedenlerin hikayelerini duydum. Biri; şimdi adını hatırlamıyorum 12 Eylül sonrası bıraktığı sakalını yıllar sonra kesince yüzünün berber aynasında yitip gittiğini söylemişti. Kendisinde kalan bu yabancı yüzü beğenmediğini, bir türlü benimseyemediğini, bazı sabahlar aynada yüzünü görünce "bu da kim yahu" dediğini anlatmıştı. Neyse konumuz yitirilen yüzler değil, yitirilen adlar.
Yitik adım bazen öyle oraya buraya savrulur ki, onu nerelerde bulup toparlayacağımı tahmin dahi edemem. Bazen bir çılgın denizin devirdiği dalgalarda, bazen bir vişne bahçesinde, gümüş bir şafağın içinde bazen, bir minik bebeğin sımsıkı kapalı avucunun içinde, toprağa sımsıkı sarılmış tohumun kalbinde bazen, çıkıverir ortaya, geri döner birden ve birdaha gidene kadar tekrar, yeniden bir ismim olur.
Böyle alıp başlarını gittiklerinde yüzeysel bakış; isimsiz kalındığı olur. İnsan kendini adeta larvasını besleyip büyütmüş, onu bir kelebek haline getirmiş, şimdi uçup gidince geriye kendisi, yani onu besleyip büyüten bir kabuk gibi kaldığını hisseder. Aslında bu çoğunlukla bir gece sürer. Taptaze bir güneşle tekrar ismine kavuşur insan genellikle. İsimsiz tehlikeli uykulardan sonra.
İşte günlerden geçen gün kaybettim yine ismimi. Sabah kalktım ismim yok. Bu nasıl iştir. İsimsiz kaldım yine. Çıktım balkona, serinliği sabahın vursun yüzüme ve ayılayım isimsiz bir sabaha diye. Bir bağ bahçe kokusu var havada alınca derin bir nefes. Domates var, patlıcan var, ayşekadın, biber var, şeftali var, kavun, karpuz var diye bağırıyor Meksikalı. O da ismin kaybetmiş mi bilemem ama Meksikalı diyor herkes ona. Atının arkasına bağladığı arabasında satıyor bağırdıklarını ve daha birçok bağırmadıklarını da. Onlar ismen bağırılmasalarda bekliyorlar kasalarında onlara da bir müşteri çıkar elbet diye sessiz, vakur öylece dururlar bir kıyısında atarabasının.
Bilir misiniz? Paslı bir dil ile uyanırsınız gece sizi terk etmişse isminiz. Kum yalamış gibi kötüdür, küflü gibidir diliniz. Birşeyler yemek, kumu, pası atmak istersiniz ama, kolay değildir o kadar. Öyle dolabı açıp birşeyler atıştırmakla geçmez o kum yalamış dil. Ağaçta pişmiş, dalında sevgi ile büyümüş, aşk ve şiirle döllenmiş bir meyvedir ilacı bunun. Bir bilgi işidir bu biraz, tecrübedir tabii biraz da. Benim de o sabah ilacım olacak gibi geldi gülgillerden olgun bir armut ve terliklerimi geçirdiğim gibi ayağıma koşturdum arkasından Meksikalının. Seslendim hey baksana diye. Duydu;, baktı gerisin geriye bana doğru ve döndü atına hoop oğlum diye asılırken dizginlerine atının. Durdular hep birlikte, at önce, araba sonra ve dalında sebze meyveler en sonunda. Armut alacağım dedim. At huysuzdu. Sanki bir an önce gitmek istiyordu, başına birşey gelecekmiş gibi. Başı dönüyordu sanki, hızla daireler çizerken kuyruğuyla. Anlam veremedi besbelli Meksikalı da atın bu huysuzluğuna ve dur oğlum Ali deyiverdi birden kızarak. Ben yorgun, dilim pas, alnım uykulu, asfalt sıcak daha şimdiden, sabahın bu saatinde ve daha da çok var imbata, elimde armut poşeti, atın adı Ali mi diye sordum, öylesine, sessizce, solgunca. Evet dedi Meksikalı adı Ali.
Bu kez de bir atın terkisinde bulmuştum adımı. Aldım geldim armut ile beraber. Armut dolapta şimdi.
Bense adımla besleniyorum sabahtan beri.
Ağustos 03, 2009
Kaçırmayın
Önümüzdeki Cuma günü hayat boyu bir defa gerçekleşebilecek bir an yaşanacak. Fakat, göz açıp kapayıncaya kadar da geçmiş olacak.
8 Temmuz 1909 tarihinden bu yana ilk defa Cuma günü, tarih ve saatler artan değerle arka arkaya sıralanacak.
Bu 'an'ı yakalamak isteyenlerin tam olarak saat 12:34:56'da gözlerini saatlerinin üzerinden ayırmamaları gerekiyor.
7 Ağustos'ta işte bu anda tarih ve saat değerleri yani yüzyılın 9'uncu ayında, 8'inci haftasında, 7'inci gününde yanyana koyulduğunda karşımıza 12:34:56/7/8/9 veya 123456789 çıkıyor.
Şimdiden internette bu an ile ilgili birçok blog dolaşıyor ve mesajlar bırakılıyor. Kaçıranların çok üzülmesine gerek yok. '1' rakamını sevenler de 2011 yılında bir saniyeliğine denk gelecek 11:11:11/11/11/11'i bekleyebilir. Ayrıca 11 Kasım dünyada özellikle Birinci Dünya Savaşı'nda fedakarlık gösteren asker ve sivilleri anma günü olarak kutlanıyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)