Mart 18, 2009
Çok Şaşırdım
Bugünkü yazısında Cengiz Semercioğlu "hayatımda böyle bir uygulamayla ilk kez karşılaştım"diyor, kadınlara gelen menüde fiyat yazmadığını görünce. Ben de Türkiye'nin en etkili gazetesinde yaşam, stil, gusto, magazin konularında yazı yazan bu kadar cahil bir insan ile ilk defa karşılaşıyorum. Hürriyet'in parası ve forsuyla dünyanın her tarafını gezen, her mekanına girebilen bir insanın bu kadar cahil olabilmesi mümkün mü? Tabii ki bu kadar şey gördükten sonra insanın bu kadar görgüsüz olabilmesi mümkün değil. Cengiz Semercioğlu'nun en büyük şanssızlığı karşısındaki kadınların görgüsüzlüğü. Çünkü Cengiz Semercioğlu birçok yerde bu uygulama ile karşılaştığı halde, karşısındaki kadınlar "e bunlarda fiyat yok" dememişlerdir, demeye gerek duymamışlardır, çünkü bildikleri bir uygulamadır. Birlikte yurt dışında yemek yediklerini bildiğim yazar arkadaşlarına sorsaydı anlatırlardı. Çok uzağa gitmeye gerek yok, ülkemizdeki birçok beş yıldızlı otel restoranında, ciddi birçok restoranda bu uygulamanın olduğunu az çok buralara gitmiş her insan bilir. Gitmemiş olsa bile bu işlerle ilgili her insan bunu bir yerlerde okumuştur. Neyse Ertuğrul ağabeyi bir telefon açıp ayar vermiştir sanırım.
Mart 12, 2009
Tiyatroya Gidin
Hafta sonu güzel ve çok sürprizli bir oyun seyretmek isterseniz mutlaka Akbank Sanat Beyoğlu'na gidin derim. Oyunun adı Şeylerin Şekli. Bu güne kadar seyrettiklerinizden çok ama çok farklı. Yerinizde oturamıyacaksınız. Evet 3 defa yerinizden kaldırılacaksınız! Gerçekten.! Pişman olmazsınız. Keşke Ferhan Şensoy'da gitse izlese. Oyunculuk nedir hem kendisi hem oyuncuları görse. Abuk subuk, insanı tiyatrodan nefret ettiren oyunlardan vazgeçse. (şimdi adamları yine nezih! cevaplar yetiştirirler) Neyse konusu kısaca:
Sanat adına ne kadar ileri gidilebilir? Sınırı nedir? Ya aşk adına... neler feda edilebilir?
Aşkın ve sanatın birlikte irdelendiği bu çarpıcı oyun, aynı üniversitede okuyan iki çiftin karmaşık ilişkilerini gözler önüne seriyor.
14 Mart Cumartesi 17.00- 20.00
20 Mart Cuma 20.00
28 Mart Cumartesi 17.00-20.00
Oyuncular:
Esra Bezen Bilgin
Betül Çobanoğlu
Bartu Küçükçağlayan
Deniz Celiloğlu
Ödüller:
2008 Afife Jale Ödülleri, En iyi Yönetmen Ödülü
Lions Tiyatro Ödüleri, En iyi Yönetmen Ödülü
Tiyatro Dergisi, En İyi Yönetmen Ödülü
2008 Afife Jale Ödülleri, En iyi Kadın Oyuncu Ödülü Adayı (Esra Bezen Bilgin)
Sanat adına ne kadar ileri gidilebilir? Sınırı nedir? Ya aşk adına... neler feda edilebilir?
Aşkın ve sanatın birlikte irdelendiği bu çarpıcı oyun, aynı üniversitede okuyan iki çiftin karmaşık ilişkilerini gözler önüne seriyor.
14 Mart Cumartesi 17.00- 20.00
20 Mart Cuma 20.00
28 Mart Cumartesi 17.00-20.00
Oyuncular:
Esra Bezen Bilgin
Betül Çobanoğlu
Bartu Küçükçağlayan
Deniz Celiloğlu
Ödüller:
2008 Afife Jale Ödülleri, En iyi Yönetmen Ödülü
Lions Tiyatro Ödüleri, En iyi Yönetmen Ödülü
Tiyatro Dergisi, En İyi Yönetmen Ödülü
2008 Afife Jale Ödülleri, En iyi Kadın Oyuncu Ödülü Adayı (Esra Bezen Bilgin)
Mart 10, 2009
Bayanlar Futbol
Bayan Futbolcular için hazırlanmış bir krampon. ! Kullanırlar mı dersiniz.?
Fotoğraf :Croci du Fresne
Mart 08, 2009
Doğum Günüm
Mart 07, 2009
Harika Bir Düşünce
Tunç Kılınç yine harika bir fikir atmış ortaya Fikir Atölyesinde. Ben çalışmalara hemen başlıyorum. Sizlere de tavsiye ederim. Böyle bir şeyi gerçekleştiren herkes mutlaka kendini çok iyi hissedecektir. En az birinin size böyle bir iyilik yaptığında hissedecekleriniz kadar.
Fikir Atölyesine "izlediklerim" den ulaşabilirsiniz.
Mart 04, 2009
Can Baba'dan
Hatırlattığı için sevgili Levo Bardo'ya teşekkürlerimle...
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım,
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin...
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin...
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart,
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine,
Bak güzelim kahvaltının keyfine.
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin..
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
seni mutlu eden sesi duymak için "alo "de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla ,köpek görürsen okşa ,
çocuk görürsen yanağından makas al.
Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..
Gece evinde, dostların olsun
Sohbetin yemeğin, kahkahan olsun..
Arkadaşım,
hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!
Mart 03, 2009
Mart 01, 2009
Siyasi Yazı Yazmayacağım
Bu blogda siyasi yazı yazmayacağım. Her gün okuduğum, dinlediğim, seyrettiğim siyasi olaylar için elbette yazacağım ve söyleyeceğim çok, ama çok şey var. Ancak içimden hiçbir şey yazmak gelmiyor. Daha doğrusu artık bazı insanlarla bazı konuların tartışılmasının anlamsızlığını kabul etmiş bulunuyorum. Bu yaşa geldim ama bu tecrübeyi de edindim. Yine de yazmak için kıvrandığım anlarda açıp açıp okuduğum aşağıdaki yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Gökhan Özgün'ün özetleyerek buraya koyduğum yazısı tam olarak benim de düşüncelerimi yansıtıyor.Ayrıca bkz.Ferhan Şensoy'un "Bilimsel, Kurgusal, Güldürüsüz" yazıma gelen yorumlar.
"Masanın üzerine bir taş koyup var mıdır, yok mudur? diye tartışılırsa, inanır mısınız, taşın yokluğu hep kazanır. Taşın yokluğu fikri yüzyıllarca Batı felsefesine bu sayede hükmetmiştir. Taşın varlığını kanıtlamak isteyenler kafalarını taşa vura vura parçalamak zorunda kalmışlardır. Bu bile taşın varlığını kanıtlamaya yetmemiştir. Çünkü taşın varlığını inkâr edenler, ona vura vura parçalanan kafaların varlığını çok daha büyük bir rahatlıkla inkâr ederler.
Taşın varlığını inkâr edebilmenin yarattığı metafizik imkânlar bu topraklardaki mutlak inkârcı siyaset geleneğinin pişkinliğiyle birleşince, öyle bir siyasi iletişim soygunu yapar ki, aklınız hayaliniz durur.
Böyle ‘yarılma dönemlerinde’ karşınızda duran inkârla n’olur tartışmayın. Her tartışma mutlak inkârın zeminine zemin katacaktır. Taş var mıdır, yok mudur? tartışmasından geriye, kayıtlarda, taş var mıdır, yok mudur? ‘objektifliği’ kalacaktır.
Taş vardır. Bunu tartışmam. İlla kayıtlara bir şey geçecekse, bunu tartışmadığım geçsin kayıtlara. Bunu benle tartışmak isteyenden kaçarım. Uzak dururum. Metafizik bir tartışmayı siyasi bir tartışma haline dönüştürenlerden uzak dururum. Özel hayatımda bu tartışmadan uzak durmayı beceremediğim her andan sonra büyük bir hicap, büyük bir pişmanlık duydum. Hep kendimden bir şeyler kaybettim hissine kapıldım.
Taşın varlığını inkâr edenler ne kadar yalnız bırakılırsa, ne kadar kendi kendileriyle tartışmak zorunda kalırlarsa resimleri o kadar hakiki, o kadar net geçecektir kayıtlara. Bırakınız sadetlerine dönsünler. Kendi hamurlarına sizin hamurunuzu katarak resimlerini ‘photoshop’lama imkânı vermeyin onlara.
Çünkü taşın yokluğunu savunanların büyük bir felsefi zaafı vardır. Taşın varlığına referans yapmadan, taşın varlığıyla tartışmadan, var olamazlar. Kendi hallerine bırakıldıkları zaman ister istemez taşın varlığını teyit ederler. Kendi hallerine bırakılmazlarsa, geriye taşın varlığından duyulan büyük bir şüphe kalır. "
"Masanın üzerine bir taş koyup var mıdır, yok mudur? diye tartışılırsa, inanır mısınız, taşın yokluğu hep kazanır. Taşın yokluğu fikri yüzyıllarca Batı felsefesine bu sayede hükmetmiştir. Taşın varlığını kanıtlamak isteyenler kafalarını taşa vura vura parçalamak zorunda kalmışlardır. Bu bile taşın varlığını kanıtlamaya yetmemiştir. Çünkü taşın varlığını inkâr edenler, ona vura vura parçalanan kafaların varlığını çok daha büyük bir rahatlıkla inkâr ederler.
Taşın varlığını inkâr edebilmenin yarattığı metafizik imkânlar bu topraklardaki mutlak inkârcı siyaset geleneğinin pişkinliğiyle birleşince, öyle bir siyasi iletişim soygunu yapar ki, aklınız hayaliniz durur.
Böyle ‘yarılma dönemlerinde’ karşınızda duran inkârla n’olur tartışmayın. Her tartışma mutlak inkârın zeminine zemin katacaktır. Taş var mıdır, yok mudur? tartışmasından geriye, kayıtlarda, taş var mıdır, yok mudur? ‘objektifliği’ kalacaktır.
Taş vardır. Bunu tartışmam. İlla kayıtlara bir şey geçecekse, bunu tartışmadığım geçsin kayıtlara. Bunu benle tartışmak isteyenden kaçarım. Uzak dururum. Metafizik bir tartışmayı siyasi bir tartışma haline dönüştürenlerden uzak dururum. Özel hayatımda bu tartışmadan uzak durmayı beceremediğim her andan sonra büyük bir hicap, büyük bir pişmanlık duydum. Hep kendimden bir şeyler kaybettim hissine kapıldım.
Taşın varlığını inkâr edenler ne kadar yalnız bırakılırsa, ne kadar kendi kendileriyle tartışmak zorunda kalırlarsa resimleri o kadar hakiki, o kadar net geçecektir kayıtlara. Bırakınız sadetlerine dönsünler. Kendi hamurlarına sizin hamurunuzu katarak resimlerini ‘photoshop’lama imkânı vermeyin onlara.
Çünkü taşın yokluğunu savunanların büyük bir felsefi zaafı vardır. Taşın varlığına referans yapmadan, taşın varlığıyla tartışmadan, var olamazlar. Kendi hallerine bırakıldıkları zaman ister istemez taşın varlığını teyit ederler. Kendi hallerine bırakılmazlarsa, geriye taşın varlığından duyulan büyük bir şüphe kalır. "
Otomobil
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)